Rapora göre, endüstriler ortalama her 3,7 yılda, bir ay süren yıkıcı etkilere maruz kalıyor. Bunlar ortalama on yıllık süreçte şirketlerin yıllık kârlılığının yüzde 40’ına mal olabiliyor. Ekstrem bir krizde ise bu çok daha büyük bir maliyet kaybı anlamına geliyor. McKinsey uzmanları bu yıkıcı etkilerden korunmak isteyen kurumların tedarik zincirlerini yeniden yapılandırmaları gerektiğini vurguluyor. Pek çok kurum ve hükümetin aksiyon aldığı bu alanda, gelecek 5 yılda küresel ticaret akışı yüzde 25’e varan oranlarda farklı ülkelere taşınabilir.
Yönetim danışmanlığı firması McKinsey & Company, COVID-19 küresel salgını ile birlikte kritik önemi artan ‘dirençlilik’ konusunda derinlemesine analizler ve öneriler sunmaya devam ediyor. Şirketin iş ve ekonomi araştırma kolu McKinsey Global Enstitüsü (MGI), uluslararası ölçekte 23 endüstriyel değer zincirini pandemi, çatışma, siber saldırı, ticari anlaşmazlıklar, doğal afetler ve iklime bağlı riskler olmak üzere farklı krizler kapsamında değerlendirdi. ‘Risk, Dirençlilik ve Global Değer Zincirlerini Yeniden Dengelemek’ adlı bu rapor kurumlar ve hükümetler için bir rehber niteliği taşıyor.
Son yıllarda doğal afet ve siber tehditler gibi unsurlar küresel çapta sanayide çok daha sık ve yoğun bir şekilde şoklar yaratıyor. COVID-19 küresel salgını bunların en şiddetlisi oldu. Bu da dirençliliği endüstride başarının temel faktörlerinden biri kıldı. İş dünyası değer zincirlerini dirençli hale getirmenin yollarını ararken MGI da endüstrilerin bulundukları coğrafya, üretim alanları ve diğer değişkenleri de baz alarak farklı kriz koşullarında dirençliliği analiz etti. Küresel ölçekte ilk kez bu denli derinlemesine incelenen bu konuda McKinsey uzmanları, yenilikçi yollar ve çözüm önerilerini de paylaştı.
MGI’ın hazırladığı kriz senaryolarına göre çoğu endüstri, ortalama on yılda bir yıllık karlarının yüzde 40’ını yaşanan şoklarda kaybetme potansiyeli taşıyor. Krizler, hasar gören fiziksel varlıkların yeniden yapılanma maliyetleri ve operasyonlarını devam ettirme başarısı gösteren rakiplere karşı pazar payı kaybetme gibi kurumsal bazda riskler teşkil ediyor. Aynı zamanda insanların hayatlarını kaybetmeleri, işsizlik, gıda vb. temel ihtiyaçlara erişememek gibi toplumsal refahı yaralayan riskler de kurumları derinden etkiliyor.
Orta vadede küresel ticari akışın yüzde 15-25’i farklı bölgelere aktarılabilir
Kurumların tüm bu risklere karşı dirençliliğini ve kârlılığını artırabilmelerinin temel faktörlerinden biri de tedarik ağlarında güçlü bir değer zinciri yaratmak. Bugün tek bir coğrafyada yoğunlaşan tedarik ağları kriz anlarında darboğazların yaşanmasına neden olabiliyor. MGI raporuna göre, yıllık 135 milyar Dolar değer yaratan 180 ürünün ana tedarikçisi tek bir ülke. Öte yandan çok uluslu şirketlerin binlerce tedarikçisi olabiliyor ancak tedarik ağlarının iç içe geçmiş olmasından ötürü bunların çoğu görünür değil.
Tüm bunlar tedarik zincirinin baştan yapılanacağı anlamına mı geliyor? Rapora göre bu sorunun yanıtı hem evet hem de hayır. Endüstriyel tedarik ağlarının bugünkü şeklini almasının ardında ekonomik bir mantık var. Bu ağın ölçeği, karmaşık ve birbirine bağlı yapıları düşünüldüğünde değer zincirlerini yeniden yapılandırmak oldukça zor.
Bununla birlikte MGI değerlendirmelerine göre, küresel çapta ihraç edilen ürünlerin yüzde 15 ilâ 25’i -ki bu yıllık 2,9-4,6 trilyon Dolar değerinde ticaret anlamına geliyor- gelecek 5 yılda başka ülkelere taşınabilir. Bu kararların alınmasında ise temelde iki faktör etkili olacak: 1. Üretimi başka yere taşımanın maliyeti gibi ekonomik nedenler 2. Kritik bulunan ürünlerin yerli imalatına karar verilmesi gibi politik nedenler.
Kurumlarda dirençliliği artırmanın pek çok etkili yolu var
MGI raporuna göre, tedarik zincirinde dirençlilik kazanmak için üretim lokasyonlarını değiştirmenin yanında pek çok farklı faktör de değerlendirilmeli. Örneğin, operasyonel seçimler ve tedarik ağı yapısı, yıkıcı koşullar karşısında şirketin kırılganlıklarını artırabilir ya da azaltabilir. Sıfır-stoklu üretim, tek bir tedarikçiye bağlı kalmak, ikamesi az olan özel mallara bağlı üretim ve borç yükü gibi faktörler kriz anlarında güçlü finansal şoklar yaşanmasına sebep olabilir.
Şirketler bu riskleri önleyecek adımları kriz gelmeden atabilir: Tedarik zincirlerinde yer alan alt tedarikçilerini detaylıca listelemek ve onları daha iyi bir görünürlük ve şeffaflık için dijital bir yapıda birbirine bağlı bir sistem olarak yapılandırmak, çoklu üretim üslerini kullanarak esnek bir üretim ağı kurmak, envanter tutmak ve şirket bilançolarını güçlendirmek gibi…
Öte yandan hükümetler de yaşanan bu değişimden güçlenerek çıkmak için üretim ağlarını ülkelerine çekecek aksiyonlar alabilir. Örneğin; daha güçlü bir tedarikçi ekosistemi geliştirmek, alanında uzmanlaşmış bir istihdam yaratmak, altyapıları güçlendirmek ve iş dünyası için cazip bir ticari ortam sunmak bunlardan birkaçı.
Uluslararası ticaret alanında güçlü fırsatlar ve riskler
Her dört operasyondan birinin yer değiştirme potansiyeli taşıdığı bu yeni dönemde Türkiye’nin fırsatlar ve risklerle karşı karşıya olduğuna değinen McKinsey & Company Türkiye Ülke Direktörü Can Kendi; “COVID-19 küresel salgını öncesinde tüm dünyada maliyet yapılarının değiştiği ve sanayide dijital teknolojiler devriminin yaşandığı bir süreç başlamıştı. Aralık 2019’da yayınladığımız araştırmada, küresel çapta yöneticilerin yüzde 70’i küreselleşme ve kaynak yönetimi stratejilerinde değişiklik öngörüsünde bulunmuştu. Aynı araştırmada katılımcıların yüzde 32’si operasyonlarını son kullanıcıya yakınlaştırdığını ve yüzde 24’ü de tedarikçilerini çeşitlendirdiğini belirtmişti. Ancak COVID-19 bu aksiyonların hızlanmasını gerektirdi. Bugün yöneticilerin yüzde 90’ı tedarik zincirinde dirençliliğe yatırım yapmayı planlıyor. Bu durum, son araştırmamızın ortaya koyduğu üzere tedarik zinciri ağlarında kısmi de olsa bir yeniden yapılanma anlamına geliyor. Küresel ticaret ağı düşünüldüğünde bunun yüzde 15 ilâ 25’inin yer değiştirmesi demek pek çok fırsatın ve riskin bir arada olacağı yeni bir süreç anlamını taşıyor. Böyle bir ortamda sanayiden lojistiğe her alanda güçlü bir atılım içerisinde olan Türkiye’nin bu dönüşümde öncü bir rol alacak şekilde kendini hazırlamasının önemli olduğunu düşünüyoruz. Bir yandan altyapı, iş gücü ve teknoloji alanlarına yatırım yapılırken bir yandan da değişen uluslararası ticaret dinamiklerine uygun uygulamaların hayata geçmesi Türkiye’nin gücüne güç katacaktır. İnanıyoruz ki ülkemiz iş birliği içerisinde hareket ederek ve işin geleceğine yatırım yaparak, potansiyelini gerçeğe dönüştürecektir” dedi.